Zor bir gün... Aklıma hakim olamadığım cinsten. Birşeyler yazmazsam sakinleyemeceğim sanırım. içimde bir ankara özlemi oluşmaya başladı yine yeni yeniden. olanca işimin arasında motive etmeye çalışırken kendimi haritada bedenime yer tayin ederken buldum. beynim yine sıçrayarak düşünmeye başladı ankara değil de çevresinde gezinen gözüm iştahla eskişehire takıldı. Üniversite öğrencilik - zaten 2.5 yıl kadar sürdü ya neyse- yılımda babamla 2 günlüğüne gidip hayran kaldığım ilk denizsiz şehirdir kendisi. Yıllar içinde pek bir güzelleşmiş bu da ayrı bir artı tabi. demiryolu güzergahında olmalı yaşayacağım şehir dedim tren yolculuğuyla gitmek kavramı zihnime nasıl yer ettiyse artık. hayatıma yön vermeyi, birine dayanmak istemeden bu duyguyu aşmış olarak yapmak istiyorum. Klavyemin büyük harf tuşu çalışmıyor yoksa ben diline gayet bağlı iyi bir edebiyat öğrencisi oldum hep en utangacından hem de. Selma hocam duysa ''senin gibi seçkin (!) bir öğrenci bu hatayı nasıl yapar irem'' diye azarlardı o tatlı sesiyle ve kibarca. Ne diyordum Ankara... Uzun yıllar sonra iki ay önce gittim özgürlüğüme, ben de yürümeye eşdeğer olan şehrime. O iki buçuk yıllık öğrenciliğimde sürekli otobüsle -13 numara- gidip gelirken ovasına düşen şimşekleri heyecan, mutluluk ve biraz ürpertiyle izlediğim şehre. Diyeceğim şu ki Kemal Tahir... Orta okuldayken babamın kitaplığından aşırıp heyecanla okuduğum ''köyün kamburu bir ''yedi çınar yaylası'' havası kalırdı çoruma yaklaşırken içimde merak ederdim o insanlar buralarda mı yaşamış diye. hiç merak etmemişim. ta ki bu ay ki ''sarman kitap klübü'' okumamız ''karılar koğuşu'' olana dek. Meğer ki bana oraları hatırlatan kitaplar Çorum Üçlemesinin iki kitabıymış Tahir'in...
dün tekrar tekrar seyretmeyi adet edindiğim 3 filmimden birini izledim öyle güzel bir lezzet bırakıyor ki damağımda orda yaşamak istiyorum. yine yeni yeniden