Üç gün önce kendimi, kendime ölümlerden ölüm beğenirken buldum eve dönüş yolumun çöple kesişen noktasında. Dünyamın dışındayken kulağımı müzikle mühürlediğim için etraftan bihaber geziyorum. Müziğin de yan etkisi oluyor bazen ne gibi mi? örneğin yüksek volume baş ağrısı yapabiliyor bu bir. bazen agresiflik demeyeyim de coşkuyla beraber bi delilik oturuyor yüzüme gözlerime,bedenimde gereksiz bi enerji gereksiz çünkü aktaracak bi nesne yada şahış yok fazla enerjiyi. bazen de fazlasıyla dinginlik bunu hüzünlü veya mutsuz diye nitelendiren arkadaşlarım da olmadı değil hani. yanımdan lastik üstü geçen ve beni dıştan gören iki insanın ortak kararı ''mutsuzdun'' ve kanaatlerinin devamı şöyle ''dün sahil kenarında yürürken gördük seni, yüzün çok solgundu '' gerçeğime çok çook uzak dış adı üstünde içe işleyemeyen, yüzeyde kalan, kaygan zeminden akıp giden akışkan bir sıvı dışarda hep kısa bir süre yüzeye temas o kadar. Nerde kalmıştım evet ölümlerden ölüm beğeniyordum bedenime, diyorsunuz ki ne alaka müzikle deyiverin aslında olay sadece müzikle alakalı değil ama müzik baş karakter -aktör mü aktrist mi karar veremediğim için cinsiyet yüklemiyorum şimdilik- ben ve dağınık zihnim ama unutmadım anlatıyorum sabır... benim dışımdaki herşeyi ince bir çizgiyle ayırdım dünyamdan bu beni çok dingin biri yaptı. Hoplaya zıplaya olmasa da çıktım basamakları, trabzandan aşağı sallanarak bakıyorum şimdi kocaman bir gülümsemeye dönüşüyor her bir rıht. Diyeceğim o ki ölümü çok düşünüyorum bu ara...
Şimdi play, melodiyle ayak bastığı mekan değişen her insan gibiyim o an, kendinden geçmiş değil kendini bulmuş bir irem. sadece hafif zafer sarhoşluğu var üstümde. Yanımdan geçiyor koca bi kütle sıcak yüzeyine tüm o güzel fikirlerim, bedenim ve hayatım yapışıyor tokat gibi, gerçeğin benim sözlüğümdeki tanımı bu resim... ve hafifletiyor beni yirmi bir gram. Koca koca bilboardlar nerdeyse yüzde bir dikkat çekici-beyin tokatlayıcı olabilir bu görüntüden. Ölümün kol gezdiği bi diyarda yaşıyoruz... Agresifliğin gerilimi var parmak uçlarımdan başlayarak kollarıma enseme ulaşıp boynumda düğümlenen bir gerilim, ölümü düşündüğüm an kanım bedenimden sürgüne yollanıyor sank, hele kafamdaki kara bulutları hemen kovalamazsam omuzlarıma çörekleniyor ağrı-ağrım oluyor bedenimde, kalbimde keder ve pişmanlığa dönüşüyor elele verip.
İkinci ölüm tasarım şöyle gelişiyor; su-sabun-şampuan üçlüsüyle arındırdığım bedenimden gözlerim vasıtasıyla dışarıya bakıyorum, yaşlı karolarla tavana bir metre kalana dek örülü bir banyodayım, seçtiğim tek karoya baktığım noktadan soluma dönsem onun aynadaki yansımasını göreceğim sadece orda olduğunu biliyorum dönüp bakmıyorum. Koluma girip beraber yürümek istiyor sanki ölüm. Ayağımı ıslak zemine bastığım an canlanıyor göz kameramda; hızlıca ayağının dokunduğu karodan kayıp kafasını sert küvet duvarına çarpıp boynunu kıran biri geliyor ekrana, bulantıya sebep bir görsele dönüşüyorum şimdi.