Nisan 21, 2011

umur-sa-mam

içinde doğduğun kuyuya vurmuyor mu artık ışık...
karanlıkta kal hakediyorsun mesnetlice...
ağır metal tadı mı bıraktığını sanıyorsun damağımda öyleyse san...
sanmakla da kal...
güneşimi kesemezsin artık...

Nisan 20, 2011

dream

bana ne olduğunu bilemiyorum ipin ucu kaçmak üzere sanki... akşamki zihin uyuşukluğumdan kalma olabilir bu hal bilemiyorum... sol omzumda kocaman bulanık yeşil renkli bir çekirgeyle sohbet ediyordum rüyamda. yıllarca rüyalarla yaşamını sürdürmüş bir insandım evet ama o dönemde rüyalarımda gördüklerim yani dostum, arkadaşım olanlar en azından insandı, yüzlerini şuan ayak bastığım dünyada görmediğim suretler ve mekanlar...

Nisan 18, 2011

byz

Bu bir yolculuk heyecanıdır...
Belli belirsiz bir özlemişlik; kollarımın arasında tuttuğum kavramaya çalıştığım sıkıca; bilinmeyene, tadılmamışa, yaşanmamışa...
güneşli olmalıdır; devre arası olmadan durmaksızın koşulan bir futbol maçı kadar zamanım bulut seviyesindeyken... arta kalan dörtbinikyüzotuz dakikam köpük köpük
Ve yanaklarımdaki tebessüme denk düşmelidir gözündeki ışık… bir parıltı geçer gözlerimden o an yalnız dışardan bakanın gördüğü
Görüş alanına girdiğim an, içinde kaybolduğum labirentin girişi gözlerin… Adımımı attığım an kaybolmaya mahkum olmadığım bir mekan artık…
Şu saniyeye dek duyduğum tüm sesleri kaydetmiş bir zihin sahip olduğum ve bana ait olan tek şey…  Bulanık zihnime inat, buzları çözülsün diye ovuşturuyorum parmaklarımı,  parmak uçlarımla yokluyorum etrafı, gözlerim bağlı körebe oynuyorum el yordamıyla şimdi, içerdeyim…

Ara ara rahat nefes almama izin verse de bir türlü kırılgan boynumu bırakmayan iki güçlü el hissi olurdu diyorum bu anı düşündüğümde boğazımda. Ayaklarımda da; insanların adını yanlış belleyip manasını kavrayamadan ezberledikleri ve her ezber gibi yaşarken unutulan sevgiden zincirler…  Oysaki sakinim ve de bu hissiyattan olabildiğince uzağım…
Es geçilmiş tüm zamanların intikamını almalıyım diyorum sadece…

tehdit


Çabuk tercihini yap! Diyorsa sol göz çukurumun hemen yanında yerini almış şakağıma, her yanı ölüm soğuğu kaplı metal yığınını dayamış, elinde tuttuğu cismin ağırlığını kavrayamayan onu seslendirmekle yükümlü kişi, ‘’görmemeyi yeğlerim duymamaksa diğer seçenek derim elbet’’ içimdeki öfkenin buz gibi yansıması, muhatabını susturan keskin bir rüzgar geçer gözlerimden, en son gördüğü görüntü katili olan iki yuvarlak dokular toplamıdır mevzu bahis… tamam derim gözlerimi alın yeterince gördüm ama duymalıyım onsuz olmaz…

Nisan 16, 2011

güzellik

    Yabani oluşu nedeniyle daha da bi sevdalandığım bi meyvedir kendileri. Toplamayı ve elbette ki dalından yemeyi en sevdiklerimden hem de, yaz bitiminde okullar açılmadan yani eve dönmeden sefasını sürdüğüm bi meyvedir böğürtlen. Şimdi üzerinde beton blokların bulunduğu arsa üstünde bir vakitler kocaman bir çilek bahçesi mevcuttu, kuzenimle beraber içerisine dalıp yerlerde sürünmek suretiyle şeker komasına girene dek yerdik onları... çilek olsun yiyelim bari böğürtlenin mevsimine epey var:(

Nisan 14, 2011

grsn

yer
tarih
zaman
ısı
osmanağa meydanı
12.04
18:05
 9 derece
osmanağa meydanı
14.04
18:05
25 derece
bulancak meydanı
14.04
18:30
21 derece

Nisan 13, 2011

kaç

Yazarak kurtulmam gerekiyor sanki rüyalarımdan şimdi … belli belirsiz bir tedirginlik var bakışlarımda, kabus görmedim aslında kabus gördüğüm zamanlarda olurum böyle gündüz karabasan görmüş gibiyim şimdi… içimden sessiz bir çığlık yükseliyor, küçük bir kızım karanlıkta yalnızım korkuyorum yine onlar çöreklenmiş zihnime beynime baskı yapıyorlar kalbim hızla çarpıyor, yerinde olmayan her şey için bi çığlık kopuyor içimden. En son ne zaman olmuştu hatırlamıyorum bu halimi uzak geliyor şimdi o an, ne yapıyordun kurtulmak için düşün irem… kara kitabı okumayı bitirdiğim gece geliyor aklıma, ne uzun bir geceydi sabaha varmayan, kimsenin bi türlü uyanmak bilmediği bi sabah güneşli bir Pazar günü şuan olduğum gibi panik bi halde aynalara baka kalmıştım gerçeği sanki ayna söyleyecekti bana, ağzımın içinde sürekli aynı cümleyi sayıklayan bir dil...

home beyt ev


Yine aynı ev yine aynı rüya kaldığı yerden devam etmiyor. iki rüyam daha var bu evle alakalı olarak anımsadığım belki sadece dönem olarak aynı, mekan farklı da olabilir. 4 rüya var şimdi aklımda ilki yol altında bir ev; eskiden yaşadığım bir evmiş yıkılmış yerine ona benzer bir ev yapılmış kocaman pencereleri var, ılık bir rüzgar esiyor ve perdeler uçuşuyor ben karşıdan özlemle evime bakarken, ilki bu kadar rüyamın… ne zaman gördüğümü hatırlamıyorum ama eski epey , 4 yıllık var en azından bu da rüya zamanıyla çok uzak bi geçmiş şu ana… ikinci rüyam dün geceki rüyam -ilkinin devamı olduğu için zamana göre sıralamadım-  yanımda biri var bi ufaklık bu evin yanındaki eve taşınıyormuş öğreciymiş sanırım bi akrabalığım var ama anımsayamıyorum yüzünü pek neyse evi tutmuş, içeriyi kolaçan ediyorum odalara girip çıkıyorum eski ama temiz bir ev eşyalı, hiç susmadan bişeyler anlatıyorum ona. Durup yandaki eve –evime- bakıyorum cephesi beyaz renkte siding kaplı, küçük pencereleri var ev sanki minyatür gibi içine cücelerin sığabileceği kadar küçük değil ama üç katlı ev 1.5 kat yüksekliğinde ancak var… rüyam karman çorman mantık hataları dükkatimi çekiyor ama önemsemiyorum üstümde yine ‘’olsun’’ havası var. 3.rüyam kabusvari bir havada cereyan ediyor siyah demir bir kapıdan içeri giriyorum kapının yüksekliği çok fazla, genişce bir avluya açılıyor içeriye giriyorum bir salıncak var katedral havasında bir bina, yine yalnız değilim ve yine yüzü silik biri varlığını hissettiğim ama suretiyle hiçbir bağım olmayan bir yüz yanımda duran. Birisi çıkıyor binadan ve bizi kovalıyor girmek yasakmış kaçıyorum yanımdaki ile sadece hemcinsim olduğunu anımsıyorum dar karanlık bir koridorda koşuyoruz ardımızdan gelen yok… son rüyamı unuttum

olmadı yar

     Yıl 2001, yaz aylarından biri hava olabildiğince sıcak ama ter yok çünkü ankaradayız varsa bile yapış yapış değiliz, orda geçirdiğim üç yaz da böyleydi şimdi bıraktığım gibi mi Ankara bilemiyorum 40 santigrat derecede bile ter yok. Okuldan çıkmışız, sıhhıyeden beytepe kampusüne giden otobüse binmişiz köprü üstünden, eski köprünün altına gidiyoruz:) ben heyecan duyabiliyorken hala bişiyler hissedebilirken… Meşhur anfilerinden birindeyiz beytepenin sanırım yıldız anfiydi, saymaya başlasam altmışı yakalayamayacağım bi kalabalık kafalar bi dünya, solist ve elemanlar dahil tabi buna… ben bu şarkı dışında tümüne eşlik etmişim grubun sıkı bir takipçisi olarak, şarkı başladı bu hangisiydi yaw şarkı ilerliyor ben hala bakıyorum ki nirvana şarkılarına bile eşlik etmişim nasıl bilemem diyorum nakaratı ben hariç herkes söylüyor… ‘’son pişmanlık neye yarar’’ anımsar gibi oluyorum sonra sonra...

Konser izlenimlerim;
Alen; deli bateri çalmakta
Ari; mümkünse şarkı söylemesin sadece bass çalsın:)
Batuhan; sen insan mısın o nasıl bi güzellik :)
Kaan; gözlerinin altındaki kocaman torbalardan gözleri görünmeyerek, elinde votka şişesiyle girdi sahneye… biz şulemle en ön sıradayız sahne yüksekte bizden nerdeyse elemanın bel hizasındayız manzarayı hatırlamak dahi istemiyorum şimdi bikaç şarkı boşa gitmişti neyse şarkı söylerken kendinden geçiyor ve de geçirtiyor bu ayrı tabi

Nisan 10, 2011

(d)üşü(n)mek

      Görünüş itibariyle eşi-dostu kandıracak kadar yaşama belirtisi verdiğimden beri daha huzurluyum, bakın asık bir suratla bile gayet iyiyim, üstüne üstlük gülüyorum, konuşuyorum, üstten de bakmıyorum size yanılıyorsunuz, diyen bi hal de var artık üstümde. Bakınız en az sizin kadar oksijen de yakıyor hem de beylik laflar bile ediyorum... Yalnız artık daha az düşünüyorum yada yalın diyeyim. Ne doğan günü kovalıyorum ne de yıldızlı gökyüzünü, geçtim hepsinden tadını çıkarmaya çalışıyorum hayatımın bana kalanıyla, mutlu muyum? sürekli mutlu olmak mümkün değil elbet kıymet bilirim diyebilirim sadece, vefakarım insanlığım itibariyle olmam gerektiğinden biraz fazla ama olsun . Boşuna çabalırımı; terkettiğim şehirlerle insanlarda bıraktım , hırçınlığımla mutsuzluğumu da katlayıp kaldırdım tavan arasına büyükçe bir kutunun içine... Öyle sonsuz bir saadet değil elbet yaşadığım...  Hayatım; bunca yıldır bedenimin üstünde gezinen kara bir buluttu sanki onu savdım başımdan hafifledim... Biriktirdiği damlaları sağanakla savmış bir bulut gibiyim...

Nisan 01, 2011

Yann Tiersen-live aux eurock awesome violin skills

aşık oldum:)

room

       Dar ara sokaktan şuanki evime giden yolumun ilk yarısını tamamlamamı sağlayacak araca doğru yürüyordum. Yürümeye başladığımda olacaklardan hoşgörürsünüz ki bihaberdim. Her akşam yaptığım gibi kulaklığımı kulağıma taktım, yürümeye devam ettim, mp3 çalarımın playine bastım, müzik başladı ve o saniyeden itibaren  bikaç metre ötedeki balıkçılar silindi gözümün önünden, onların yerini  genişce bir yol aldı belki de ait hissettiğim tek eve açılan genişce bir yol...
       Hiç aklımda yoktu oysaki... Gündüz düş görür halde yürüdüğüm üçyüzsaniyeden belki biraz daha az sürecek yoldu önümde duran, her adımımda beni evime yaklaştıran daha doğrusu odama ulaştıracak yoldu önümde duran. Tekrarının mümkün olmadığı bir ana sürükledi ve öylece içine bıraktı ruhumu zaman... Usulca yürüdüm kulağımdaki müziğin süresi kadar sürdü yolculuğum anahtarımı çıkardım çantamdan, demir kapıyı hızla geçtim -hep açıktır o- kapıya sokuldum anahtarı kilide yerleştirip sabırsızca çevirdim açıldı. Kapının hemen karşısında duruyordu odam kapısı kıyışık hala, açtım ve gördüm...
      Odam... Herşey yerli yerinde öylece duruyor, kapının sol yanında kütüphanem; dergilerime, kitaplarıma, kasetlerime, biriktirdiğim gazete küpürlerime, duvarda asılı olmaktan eskiyip yerine çoktan yenilerini yapıştırdığım posterlerime ev sahipliği yapan eski tip tv dolabından bozma, üstünde camel sigaramın, çakmağımın ve küllüğümün durduğu kütüphanem...Onun yanında hep üst katında yatmayı tercih ettiğim ranzam, elimi uzattığımda  yataktan doğrulmadan yaktığım ilk sigaram kadar ancak uzak bu iki eşya birbirine. Kütüphanemin önünde her daim fişte duran -her an müzik dinlerdim ben- küçük teybim... Ranzamın yanında iki kişilik olmakla birlikte giysilerimin ancak yarısının sığdığı gardırobum, onun sağında açılmayan eski ama heryerden çok onda oturup dergilerimi okumaktan zevk aldığım çekyatım. Tekrar sağ yaparak her daim dağınık, silgi tozlu, üstünde jilet ve rapidoların, şablonların ve boyalı peçetelerin, en sevdiğim kalemlerimin bulunduğu çizim masama ulaştığımda odam bitiyor.
      Kapının hemen karşısında odanın alanına göre büyükçe bir pencere; biri bir metrelik sabit , diğeri altmışlık olsa gerek gökyüzüme açılan kanattan oluşan... Odamın karşısındaki çirkin betonarme binaya bakan, üstüne oturup  biraz sarktığımda ancak görüş açıma girebilen içinde olmayı sevdiğim odama beni ulaştıran yol. Tepemde her daim, her halini izlemekten keyif aldığım ay...
      Yorgun ve bitkin sığındığım odam, herkes uyurken parmaklarımın ucuna basarak adımladığım,usulca beni içine alan nefes aldığım bana ait tek yer...