Mart 29, 2011

yazdım çizdim çektim:)



en son resim her sabah evden çıkıp bikaç dakika yürüdüğümde karşıma çıkan ilk -ikinci de var evet yolumun sonunda- mezarlığın resmidir. bundan bikaç ay evvel bir mezar dikkatimi çekmişti orda, otların tamamını sardığı bir mezar öyle hüzünlenmiştim ki sanırım dünya üstünden ayrılalı epey bir olmuş sahibi, çünkü toprakla tamamen bütünleşmiş biri içinde yatan ve sanrıım sevenleri de artık aşağılarda bir yerde olan

grip,ben,kaan

      Bu illet mikrop yapıştı yakama sarıp sarmaladı beni ama yakışmadı bünyeye... Epeydir unuttuğum bişey hasta olmak sevmiyorum -sadece gripli sesimi seviyorum-  hoş bunu kimse sevmez ama vakitsizdi . Ben coşmuşken kendimi toparlamışken aşağı çekti beni en kısa zamanda kurtulacağım, iştahlıyım çünkü bu sefer değil! diyorum bu sefer alt edemeyeceksiniz beni çoğul da gelseniz olmaz... Hayatımda hiç bu kadar iştahım yerinde olmamıştı hamile iken bile- zira reflü ile cebelleştiğim için- iştahsızdım ben öyle, ne canım bişey çekti ne de öyle dolu doyum yemek yemedim. Bir tek dondurma yedim ve mecburen süt içtim kaan beslensin diye o zaman ki ismi kaan olmasa da elbet:)
       Kaana varana dek bi sürü isim istedim hala içimde kalmıştır bu isim mevzu arada bazen o isimlerle hitap ediyorum oğluma, o bile duymuyor çoğunu. Aylarca isim düşündüm abartmıyorum kaan dünyayla tanışmadan on gün önceye dek kararsızdım, birgün güneşli bir gündü ve ben yine koşar gibi omurgam öne yatık yürürken gökyüzüne baktım ve karar verdim ismine, iki ismindi elbet bunlar sana verdiğim, seçeneklerden ilki benim değildi, tam istediğim isim olmasa da sevdim onu da... Kucağıma ilk aldığım an geldi şimdi aklıma; dostlar,arkadaşlar, ablam ve oğlum... ürkek bir oğlan çocuğuydun sen ürkek, ilk cümlemi kayıtlardan duydum ikibuçuk yıl sonra ağladım evet izlerken ; ''çok mu korktun dünyadan bak geçti hepsi oğlum'' bunu söylediğimi kırk yıl düşünsem hatırlayamazdım sanırım korkudan tirtir titreyen bir bebek... Tüylerimi diken diken eden bir hal var üstümde o anları düşündüğümde, bir yalnız daha geldi dünyaya, annesinin sesine aşina bir bebek...Aylarca sohbet ettim oğlumla, ağladım için için ve senin suçun değil oğlum dedim mutsuzluğum ...Bir o vardı yanımda evet çünkü taşıma görevini üstlenmiştim onu, bedenimin içindeydi hareket ediyordu bir mucizeydi benim için,  görevlerin hiç bitmeyeni hiç emekli olamayacağım işimdi onu taşımak... 
        Tatmadan kavranamayacak bir duygu annelik, pek bir sevdiğim bir ablam  ''erkekler için üzülüyorum bu duyguyu tadamayacaklar hiçbir zaman'' demişti. Vücudumun merkezinde derimin  yedi katman altında yumruğum büyüklüğündeki merhamet manasında -zira Allahın sıfatlarından biridir kendisi- dişilere özgü organın içinde büyüyen bir varlık. Mucizelere pek itibar etmeyen biri olarak beni bile afallatan bir durum cereyan etmiş durumda, o kan pıhtısı bana neşe kaynağı şimdi aynı bir zamanlar benim olduğum gibi büyüyor gelişiyor ve ben ne kadar korksam da onu bu dünyaya getirmiş olmaktan şaşırtıyor şımartıyor beni... Hiç olmadığım -belki de unuttuğum- kadar mutluyum onunla, umutsuzluğuma sevgisizliğime derman oluyor, hayata dönüşüme destek oluyor küçücük parmaklarıyla dokunduğu herşeyi güzelleştiriyor unuttuğum herşeyi hatırlatıyor bana, o dünyayı tanıdıkça ben sanki herşeyi ilk kez görüyormuşum gibi mutlu oluyorum.

Mart 26, 2011

arter

    En sevdiğim ve tek dinlediğim grup: atardamardır! Mükemmel bir orkestra. Hiç nazlanmadan çalıyorlar. kaprissiz. Ben ne zaman istersem... Kayra böyle diyor, ben de bir grup kurayım adı arter olsun diyorum

JOAN BAEZ and MERCEDES SOSA ~ Gracias A La Vida ~

benim sevdiğim kayıt buydu işte:) yazmıyorum daha da bişiy

ruhum, bedenimin bittiği yere kadar...

     Ben hep kalabalık oldum. Şehrin uzağındaki bir semte giden, günün tek otobüsü kadar kalabalık. Tıkış tıkış! Herkesin üstüste olduğu bir otobüs kadar. Dolayısıyla iyi geldi bana yalnızlık.Kendime yeterince zarar veriyordum ve bir de dünyanın vereceği zararları ortadan kaldırmanın imkanı olmadığına göre, yoklarmış gibi davranarak yalnızlığı seçmek en doğrusuydu... Yalnızlık kurşun geçirmez. Dostluk,aşk,aile geçirmez. Hiçbirşey geçirmez. Dışarıdan sokmadığı gibi içeriden de çıkartmaz. Cerahat yapar. Antibiyotiğini de kendinde besler. Yeter ki nerede olduğu bulunsun... Kayra'dan

üç nokta

      En büyük hatam insanlardan cümlelerimi bitirmelerini beklemekti. Hayatımın belli bir dönemine kadar hep böyle yaptım zaten . Gözlerinin içine baktım beni bilsinler diye. Kadınlardan bunu bekledim. Birisi gelip, ''Evet, ben seni tanıyorum'' desin diye bekledim. ve o kadına aşık olacaktım. Sırf bu sihirli gün için bir sürü dialog hazırlamıştım kafamda ama sonra anladım ki böylesine insanlar yoktu olsalar bile kitap okumuyorlardı. Kimseyi tanımıyorlardı. Düşünmeye başladım. Temel olarak bir yaratıcı kabul ederek.  ''Benden'' dedim. ''Bir tane yollamış yeryüzüne, çiftleşip çoğalmamam için. Sadece bir tane, altı milyarda bir! Çoğaldığımız takdirde yapabileceklerimiz yaratıcının mantığına aykırı olacağından, cehennemi dünyaya taşıyacağımızdan, gece gündüze kavuşacağından sadece bir tane yollamış benden... '' Kayra'dan

cassandra

    Zihnim bedenimden ve dünyadan milyonlarca kilometre uzakta da olsa ayağımın bastığı yerdeki herşeye hakim olmalıyım , diye düşündüm hep. Gerçek deha budur. Farklılıkları yüzünden itilip kakılan bir geri zekalı olmak utanç vericidir. Yapılması gereken kalabalığın arasına karışmaktır. İnsanlar arasına gömülmek. Ancak o zaman linçten kurtulabilirsin. İki dünyaya da hakim olma isteği. Hayale ve gerçeğe... Tabii kabul etmeliyim ki bu tutku tamamen geçmişe ait. Kayra'dan

remnrem ve korkuları_1

Kitabımın bitmesinden korkuyorum bu biir..
Korkuyorum ve itiraf etmekte bir mahsur da görmüyorum; beynimi tekrar çalıştıran dinamiğin durmasından korkuyorum kitabı bitirdiğim an duracak sanki sistemim çökecek

bahara hasret kalan rem

       Isı iki-üç derece yükselmiş artık üşümüyorum fazla, yün bir kazak ve deri taklidi ceketimle savabileceğim kadar ancak soğuk hava... Akşam olmak üzere kafesimdem çıkma saatim gelmiş, on altı saatim var aslında uzun bir tatil süresi sade benim olsa bu zaman dilimi, hatta yarısı bile yeter ve hatta üç tane üçbinaltıyüz saniyem olsa bile yeter... Işıklar arasında yürüyorum kulağımda müziğim ama ellerim sabırsız, her sabah ve akşam yaptığım gibi küçücük saat kulemize bakıyorum o kadar. Sabırsızım evet bugün; bunun sebebini düşünüyorum, bi an neden irem diyorum neden bu acelen? ve cevap geliyor neden olmasın, hep geç kalmış birisin neden olmasın, top bana geliyor ama verecek cevabım yok soru değil çünkü , devam ediyorum yürümeye omurgamın düzelmesi gerektiğini şartlayarak kendime ''dik yürü irem dik dur irem'' , doluluk oranına göre egzoz gazı salımına başlayan ve beni evime götüren o çirkin araca biniyorum, kitabımı evde mi yolda mı bitirsem diye düşünüyorum bir kitabı bitirmekten korkar mı insan ben korkuyorum, evet bu noktada da ciddi bir kalabalık olan sizden ayrılmaktayım.   Korkularım var elbet ama klişelerinizden pek bir uzaktayım hep böyleydim altı yaşımdan beri hem de -öncesini pek hatırlamıyorum kopuk kopuk herşey fotoğraf karesi gibi hafızam - Kendimi hep korkmamaya şartladım ki çok korkardım gece olunca etraf sessizleşince herkes uyurdu ben uyumazdım sessizce uyur gözükürdüm sadece... Düşünürken korkardım ürettiklerimden ve sonucunda uykusuz geceler o vakitler öğrendim uyanıkken karabasan görmeyi, yıllar içinde buna da çözüm buldum aklımdakileri bikaç dakikalığına savıp o ara hemen uyuduğum an çözülüyordu herşey, sadece kabuslarım kaldı bana ve onlar da her seferinde bitti işte uyanamadığım hiç olmadı kurtuldum bi şekilde onlardan da. Korka korka öğrendim korkmamayı bana artık herşey doğal geliyor şaşırtmıyor beni yada afallatmıyor insansı şeyler beni neyse konu yine bu değildi ben dört teker üstündeyim kitabımın sayfaları arasında kaybolmuşken bi an kafamı kaldırdım kumsalı gördüm ve denize vuran o güzel ışıkları birden bir ampül yandı zihnimde ve buldum. Nasıl yapacağımı değil ama yapmam gerekeni

Mart 25, 2011

son otuz sahife:)

     Kinyas ve Kayra'yı okumaktayım ve hatta bitirmek üzereyim -ama bitmesin istiyorum- kitaba başlayalı sanırım iki hafta kadar oluyor. Eee bundan bize ne demek gelebilir içinizden deyiverin:) iki haftada 567 sayfa bu bir rekor benim için ve dikkatinizi çekiyorum kaana rağmen. Benim için rekor evet ve bundan sonraki iki hafta da 800e yakın sayfa okuyacağım ikinci rekor denemem bu da:) guinnes rekorlar kitabının 80lere kadar olan kısmını yıllarca hatmedip üstüne hayallere dalmış bir çocuktum ben -belki kendi rekorumu birgün gerçekleştiririm neden olmasın-  O zamanlar enteresan bir okuma zevkim varmış doğrusu  ve yıllar içinde alışkanlığa dönüştürdüğüm bir tutkuydu  ansiklopedi  okumak... Özlüyorum doğrusu o zamanları...
    Aslında kısa bir cümle yazacaktım sadece kayra bile yazsam yeterdi. Neden mi ? Gerisi sağanak yağmur gibi  gibi gelirdi eğer ki neden bahsettiğimi biliyorsanız ... Hayır olsa olsa dolu bu yağan ceviz büyüklüğünde  hem de zihnime...
    Durup dururken aklıma geliyor iki isimden biri, okumayı bıraktığım anda başlıyor sağanak ve sanki son bir haftadır sadece bu kitabı okumak için yaşıyorum diyeceğim o ki bundan yokum buralarda aslında hiçbiryerde değilim... Sadece ben kitabım ve zihnim...

Mart 24, 2011

Joan Baez y Mercedes Sosa - Gracias a la vida

 
iki büyüleyici ses ve yorum ne denir ki daha her dinlediğimde içime işliyor ve ispanyolca öğrenme isteği veriyor bana

Mart 21, 2011

uyku-suz

Aklından geçenleri tam olarak anlayamazdım çünkü ben uyuyabiliyordum. Uykusuzluksa, bana venüs kadar uzak bir gezegendi... Kimsenin bilmediği kuralların işlediği uykusuzluk felsefesi. Her uykusuzun kendine ait teorilerle dolu bir evreni vardır. İçinde hiçbir misafir bulundurmayan bir evren! Yaşarken ölmeyi, ölerek yaşamayı sadece uykusuzlar bilir. Gözlerinin altında biriken her küçük torba gördükleri hayallerle doludur. O her torbada ayrı bir hayal saklıdır uyanıkken görülen. Gerçek dünyayı Küçümsemek hatta reddetmekse kendiliğinden gelir. Yatağı olmayan insanların birilerini dinleyecek kadar sabrı yoktur çünkü. İnsanın kendine verebileceği en acılı cezadır uykusuzluk.

Mart 19, 2011

migren

Yalan söyledim,
Samimi değildim,güldüm eğlendim hepsi koca bir yalan...
Öyle olmasa yani gerçek olsa o tüm kaydedilmiş yüzlerim bana dönüp te öyle dik dik bakmaz alaycı alaycı gülmez dudağımın kenarıyla delici gözlerle...
Belki kısa bir süreliğine evet, bi sigara içimi kadar evet belki bi an daha fazla
Beni delip geçen bakışlar gördüm, keskin can yakanından en çok da...
Yaralanmam artık desem de elinden zedeleneceğim biri varmış bunu gördüm...

...

    Zihnim değil onda sorun yok sis dağıldı, parmaklarım mühürlü sanki... Sanki harflerimi biraraya getiren, manaya yakın duran cümlelerimi evirip çeviren meydana çıkaran parmaklarımdı. Onlar da sanki mevcudunun üstüne bi kat çıkılmış gibi -kaçak bu kat- her zamankinden daha iriler zaten pek zarif değillerdi, hiç olmadılar. Bu kilo alma işini yakında kontrol altına almazsan iri kemikli üstüne etli bi hatun olacam bundan korkmaktayım.
    Kalbine mühür vurulmuş insanlardan değilim şükür ki, yalnız sesim kısıldı sanki ve karabasan da değil içinde olduğum an, uyansam da bikaç saat agresif bir halde bakınsam dünyaya... Sesim kısıldı evet kelimelerimi biriktiriyorum manaya varsınlar diye. Kapıyı vurup içeri girsinler ben geldim herkes nerde? desinler ya da boşverelim bu gereksiz nezaketi, hiç kimseye duyrulmadan bahçe demirinden sarmaşıklı pencereye tırmanıp içeriyi bi kolaçan etsinler bunu yapan benim bedenim de olabilir ama inme işini nolur aynı güzergahtan yapmamı beklemeyin çıkarım inemem:) Varmak istedikleri noktayı yakalamam gerek harflerimin kayboluyorum yoksa içinde...

Mart 18, 2011

Duman - Bal

sertab erener- incelikler yüzünden


önceki akşam eve dönüş yolumda dinledim bu şarkıyı özlemişim ya'd edeyim dedim:) ne çok dinlerdim bu albümünü sertabın ve hala iddia etmekteyim ki en iyisi 'sertab gibi'dir.

Mart 15, 2011

Tel Cambazının Tel Üstündeki
Durumunu Anlatır Şiirdir

Sizin alınız al inandım
Morunuz mor inandım
Tanrınız büyük âmenna
Şiiriniz adamakıllı şiir
Dumanı da caba
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız

...
Bütün ağaçlarla uyumuşum
Kalabalık ha olmuş ha olmamış
Sokaklarda yitirmiş cebimde bulmuşum
Ama ağaçlar şöyleymiş
Ama sokaklar böyleymiş
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız

.....

Aşkım da değişebilir gerçeklerim de
Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı
Yan gelmişim dizboyu sulara
Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum
Hiçbirinizle dövüşemem
Siz ne derseniz deyiniz
Benim bir gizli bildiğim var
Sizin alınız al inandım
Sizin morunuz mor inandım

........
Ben tam dünyaya göre
Ben tam kendime göre
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız.

.......................................
Acıyor şiiriyle  başlayan turgut uyar hayranlığımın ikinci şiiri kendileri...
Sene itibariyle tam kestiremiyorum sanırım 2003tü, üniversiteden döneli  altı ayı devirmiş olmalıyım çünkü o altı ayı evde gündüz uyuyup gece sabaha dek kitap+müzik+tv ile tüketmiştim neyse yakın bi arkadaşımıza destek amaçlı katıldığımız edebiyat kursunun sonuna doğru bir şiir dinletisi düzenleme kararı alınmıştı. Ben en karanlık hallerimdeyim o sıralar; sürekli mutsuz-agresif bir irem, saçlar uzun dağınık göz altları mor hayalet modunda geziniyorum ortalıkta. Kurs hocamız olan arkadaşımı ve ablamı kıramayarak ben ilk deneyimimi yaşadım sahnede. Yapamam dedim hep, çok iyi olduğumu da düşünmüyorum hala, toplamda dört dinleti yaptık. Ekipte yanılmıyorsam benden başka ilk kadrodan kimse kalmamıştı son dinletiye geldiğimizde, en son ekibimizde aldığımız ağır darbe sanırım bizi bir kez daha bir araya getirir uğur için bir gece olmalı.... Ben o dört yılda ne değişimlere uğradım şimdi özetleyemem çabalasam da neyse elim ayağıma dolaşsa da çıktım sahneye heyecandan bayılacak gibi oldumsa da çıktım ve hiç unutmadım dizelerimi ama ruhsuzdum sanki belki sadece acıyor'u hissederek okudum ilk dinleti, ilk şiir... tabi ben muzurluk yapmadan duramayacağım için sevgi duvarında protokole de selam çakıp sanat sevicileri demiş te olabilirim en çok da orda keyif almış ta olabilirim :)

Mart 12, 2011

Jehan Barbur - Neden

...



       Şimdi gidiyorum, bir zaman sonra -bu süreyi tam olarak kestiremiyorum şuan- gene geleceğim elbet hep gelirim ben dönerim hep ama başka bir iremle beraber dönerim... Bir önceki iremi  hızla unutmuş biri olarak hem de, bunu nasıl yaptığımı keşfedebilmiş değilim aslında nehir gibi akıp geçiyor içimden tüm bildiklerim, hislerim siliniyor başka biri gelip oturuyor bedenime. Yıllar içinde alıştığım bir durum aslında, bir önceki basamaktan işime yarayanları seçip dolduruyorum heybeme, posalar kalıyor  geride birkaç rıht aşağıda, ben birkaç basamak çıkıyorum arada iki tane birkaç basamak -yeterli mesafe- oluyor. Bu sefer hoplayarak değil, dalgın durgun ama huzurlu... Şimdi bana en iyi yalınayak yürümek gelir , kulağımda müziğim deniz kıyısında dingin huzurlu...

Mart 09, 2011

sur'atsız

     Sürekli ciddi bir ifadeyle ortalığı süzmekten vazgeçmek istiyorum bunu bir gün başaracağım en azından çabalıyorum. Bu değildi anlatacağım yine neyse bloğumu istediğim gibi kullanamamaktan ötürü ciddi derecede sinirlerim bozulmakta, tasarlamak bile istemiyorum yazılarımı, hayatımda ciddi biryer kapladığını farketmemiştim bloğumun fırsat buldukta yazmak sinir bişey doğrusu... Anladığınız üzere pek tadım yok bu aralar anlatmak istediğim bu da değil geliyorum mevzuya şükür:) Mevzu bahis dün gece uyumaya çabalarken farkettiğim birşey, eskiye dönmek demeyeyim oralardan geçtim gittim ama en ufak bir darbede etrafımı bi sürü kalkanla kapamış,  savunmaya geçmiş bir halde buldum kendimi ve buna üzüldüm, oysaki ben savaş baltalarımı gömdüm artık boşuna bir devinime sürüklemeyeceğim kendimi bunu biliyorum ama gittiğim yolun nereyevaracağını bilmek canımı sıkıyor.

mendebur ve şirin:)

Nasıl oluyor da bu iki kelime aynı insan -lar aynı zamanda-  için kullanılabiliyor bilmiyorum inanın ki bilemiyorum...İflah olmaz bir dizi tutkunu olarak ben, bu karakterlerin tümüne zaman zaman sinir olup peşine canımm diyen biriyim. Hepsini ayrı ayrı seviyorum, üstüne üstlük garip ama kötü kalpli desem olmuyor iyi desem yanından geçmiyorlar... Dewey; malcolm in the middleda en sevdiğim karakter olmuştur hep, aslında o aileye tümden hayranım ama en çok zeki sinsi ve bi o kadar şirin bu ufaklığa. Dr. cox elbetteki en sevdiğim karakter değil dizide elbet ama ukalalığının yanında sanırım en sevdiğim halleri o duygusuzum ben diyen mimikleri adamım:) Emerson cod; şişman bencil bir yer yer saf yer yer zeki dedektif, bu adam da neyi seviyorum belki paralarına ördüğü kılıfları doldurup özenle çekmecesine yerleştirmesini belki, belki hazırladığı çocuk kitaplarını bilememekteyim... Kremer diyince iki dakika saygı duruşu istiyorum bu adam zirveyi zorluyor mendeburlukta elbet ama seinfieldda en sevdiğim kareler onun ayaklarını sürüyerek jerrynin evine girip hep yeni bir atraksiyon peşinde halleri ve saçları elbet:) Sıradaki karaktere ne diyebilirim nasıl anlatabilirim kestirememekteyim çabalayayım biraz o vakit, sheldon herhangi bişey hissettiğinden şüphem olan biri evet zeki ve bunu kullanmayı becerdiği bir dehası var kendi dünyasının patronu bunu biliyoruz ama ondaki hafif ahmaklık sanırım benim sevdiğim...

Mart 06, 2011

rengarenk kaan:)




pushing daisies




pie hole'de böğürtlenli bir turta yiyemeden diziyi bitirdiler üzgünüm:( zaten ben neyi sevsem ya üretimden kaldırılıyor ya değiştiriliyor buna sinir oluyorum. Senarsitlerin grevinden ve fazla popüler olamamasından ötürü elenen dizilerden biridir kendileri, masalsı dili ve pastel renkleriyle beni içine hapseden ve eğlendiren tv.ye kitleyen ender seyirliklerden biriydi. Birkez dokunuşuyla ölü herşeyi canlandıran o tatlı şey ikinci dokunuşunda ölüme sebebiyet vermekteydi ne bileyim olsa da izlesem diyorum:( Bir sürü çürük meyveyi canlandırıp mükemmel görünümlü turtalar yapan nedin dokunarak canlandırdığı çocukluk aşkı chucka tekrar dokunamamasının verdiği tatlı bir romantizm ve keyifli dedektiflik maceraları... ölmüş insanlara dokunarak 1 dakikalığına onları canlandırıp katili öğrenme çabaları ve bu bir dakika içinde tekrar dokunulmayan kişinin yerine en yakındaki canlının ölmesi sahte bir gerginlik durumu elbet -sahte çünkü ölüm kederli değil bir şeklide bunu sağlıyorlar- o bile keyifliydi. Dizimi geri istiyorum bana ne