Şubat 29, 2012

central parkta gölün içindeki balıklar

    Seyirdeyim öylece bişeyler oluyor ben sakince izliyorum. haftada bir biraz hayata karışıyorum önceden bu karışmanın daha çok olmasını isterdim artık istemiyorum. iyi böyle cidden yüzeyimde bıraktığım etkinin-fikrin çok çok üstünde iyiyim büyük bir insan topluluğuna oranla gayet iyi durumdayım ve hatta abartayım mükemmel hissediyorum. elbette bi mükemmeliyet söz konusu değil! bazen espri yaparken kendimi şeldın gibi hissediyorum sadece o ütülenmiş yüz ifadem ve bazingam eksik (burda gülünecekti).
     Geçen cumartesi çavdarın toplantısını yaptık sarman k.k ( ''hey kaptan bizim kaptan'' diyesim geliyor her klüp dediğimde) ekibimizin büyük çoğunluğuyla. benim açımdan cidden keyifli bir toplantıydı doğrusu kitaptan öte  beni etkileyen Sallinger'ın biyografisiydi (http://www.pandora.com.tr/urun/uzuntu-muz-kabugu-ve-j-d-salinger/232909) .Cuma gecesi erkenden yatağıma yattım gece lambamı yaktım kitabımı elime aldım. Okuma tarihimdeki bir gecede en uzun okumamın üçüncüsünü yaptım (ilki kinyas ve kayra  ikinci de  mişima okumamdı). Bu seferki bi roman değildi bir biyografiydi tek fark buydu. sanırım biyografi okumalarını sürdüreceğim ansiklopedi okumalarım geldi aklıma sanırım oradan kalma bi sevda bu da. Bir gecede 200 sayfayı kitabı elimden neredeyse hiç bırakmadan okudum, bu insanlık için değil ama benim için büyük bir şey,  30. sayfayı görmeden ya kitap yüzümü monte olmuş şekilde ya da ışığı kapatır uyurum yani normali budur gece okumasının :) Sanırım biyografi bir nevi özel hayata dikiz olduğu için cezbedici geliyor bana, her ne kadar canınız cehenneme bana ne hayatınızdan tavrı yüzüme oturmuş olsa da bende merak ederim elbet insanların neler yaptığını ama biraz farklı tabi bendeki merak bi kere şahıs ölmüş olmalı ne bileyim bir dostoyevski  olmalı evet bunu bir kriter yapabilirim kendime bir dostoyevski olmak afili bir cümle oldu. Sürekli midnight in paris havasında yaşadığımı filmi izlemeden önce fark etmiş miydim doğrusu öncesinde bu konuyu düşünmüş müydüm hatırlayamadım şimdi. Neyse bu yazının asıl amacına dönmeliyim artık, üzüntü ve mu kabuğu diyordum; sallinger hakkındaki bilgim ilk gönülçelen okumam ve beğenmememle ve bir de yükseltin tavan kirişini ustalar-seymour bir giriş'i okuyup bayılmamla sınırlıydı. Bu sınırın içine de şöyle girmiştim; biraz teomandan biraz bundan bir on yıl önce yakın bir arkadaşımdan almış olduğum edebiyat kursundan işte ucundan bucağından meraklanmıştım Sallinger' a gizem ilgi uyandırır ya hep öyle birşey sonra iki kitabını okuyup rafa kaldırdım ta ki kitap klübünde çavdarı tekrar okuyacağımızı öğreninceye kadar buraya bir nokta koymalıyım.  kitabı sipariş verirken biyografi ilgimi çekti kitap çerez gibi zaten üç günde biter bari biyografiyi okurum demiştim çok isabetli bir kararmış doğrusu kendimi tebrik ediyorum burdan:) Münzevi hayatı yaşadığı son otuz yıldan geriye doğru gittiğimizde içinde bulunduğu ikilemi sürekli sansasyonel bir yazar olarak her dakika toplumun önünde yaşamış biri Sallinger. Hem yazılarının yayınlanmasını istiyor hem maruz kaldığı sansürden ve de insanların yazdıklarından çıkardığı manadan rahatsız oluyor hem popülerite istiyor hem istemiyor. Sansürü anlarım ama yayınladığın kitap-öykü senden çıkmış oluyor bir noktada bu da dehanın verdiği çelişki midir bilmem olabilir. O da en son popüler dünyadan elini eteğini çekip bize hiçbirşey söylemeden otuz yılını geçiriyor ama sanmıyorum ki susuyor . Bize de gizemin cazibesi kalıyor aynı burçtaşı diğer bir efsane syd barett gibi. Her ne kadar çavdar tarlasında çocukların çok fazla abartıldığını düşünsem de sallinger benim kalbime çok sağlam yer etti okuduğum biyografi sayesinde. 
     Biyografiyi okumasam, çavdarı ikinci kez okur bir kaç yeri hatırlamadığımı farkeder geçerdim, düz bir dili vardı romanın, gerçi bu çeviriden de olabilir. maalesef bunu bilemiyorum. asıl dilinden orjinalinden okumadan kavrayabileceğim bişiy değil. ve bir üçüncü okumayı hakeder mi bu kitap bilmiyorum.
     Bildiğim ne mi var, biyografiyi okuduğum gece sabaha kadar yazarla aramda kara kitap sonrası kabus-rüya arasında sürekli gidip gelen  bi iremi seyrettiğim hayal alemi oluştu. buna bağ demeliyim holdenın deyimiyle okuduğum kitabın yazarına telefon açıp konuşma isteği. geçen gece ikinci kez rüyama girdi jerome-david-jerry ve yahut sallinger her ne demek isterseniz -ben jerome ya da j.d yi seçerim sanırım- ve bana tutmuş neden hemingwaya kızgın olduğunu ne kadar arkadaş olsalar da ona neden öfkeli olduğunu anlatıyordu. beynimde bunları kurgulayan ayrı ayrı biriktirdiğim yüzlerce bilginin iplerini ucuca ekleyip, bunu bana başkasının fikri-sözüymüş gibi sunan beynimin o güzel kısmıyla oturup konuşmak isterim sağlam bir kurgu kabiliyeti var çünkü bende bulunmadığını inatla iddia ettiğim bişey kurgu ama değil-değilmiş işte. j.d ikinci dünya savaşı dahil yaşadığı müddetçe ülkesinin girdiği tüm savaşlara katılmış bir subay, öğrendiğim üzere de ölümün hafızasında bu kadar derin izler açmasının en önemli sebebi de birebir ölümün içinde yaşaması, burda benim beynimin kurgu kanadı olayı burdan tutup hemingwayin savaşla barışık hallerinden ötürü aralarındaki sürtüşmeyi açıklamış bulunuyor. bunu sevdim cidden sevdim bu yaptığım fiili bişey olsa yaptıklarıma kılıf uyduruyorum derdim sanırım ama şimdi fikirlerim alt yapılarını uyduruyor kendimce kendimi çözümleyip kendimden manalar çıkarıp biraz kendimi şımartıyorum. sanırım artık hakediyorum şımarmayı.
     Klüp toplantımızda değinmeyi unuttuğum bir nokta vardı kendime kızdım nasıl unutursun irem çok önemliydi nasıl diye. unutmayayım diye nerdeyse ip bağlayacaktım parmağıma ama unuttum oluyor böyle üzücü. kendimi kocaman bir lambaya benzettim toplantı sonrası ve bu beni çok mutlu etti, konuşmalar arası suskunluğun, sıkılmadan değil  ''hımm cidden böyle düşünmemiştim'' tarzı bi tepki olduğunu umuyorum:))
unuttuğum ve çok mühim olduğuna inandığım şey şuydu; jerrynin holden kılığındayken ki ölü kardeş takıntısı,  masumiyetini henüz kaybetmemiş çocuklara duyduğu hayranlık ve sevgiden ibaretmiş gibi duruyor. holden'ın tek amacı uçurumdan aşağı düşmesin diye çavdar tarlasında oynayan çocukları kollamak. benim derdim bunun altyapısını çözmek-çözmekti hayatını okuduğumda j.d.nin ablasıyla kendisi arasında çok fazla kardeşinin ölü doğduğunu öğrendim ve j.d de ciddi derecede ölüm tehlikesi yaşamış bir bebekmiş, annesiyle çok güçlü bir bağı var j.d.nin her yaptığına tam destek vermiş bir anne bu cidden çok büyük bir şans neyse j.d ölü kardeşler ilişkisini böylece çözmüş oldum kendimce. elbette şiirin manası şairin karnındadır o ayrı:))




Şubat 18, 2012

bi hayali sevmek daha güvenliymiş bunu anladım. daha önceden düşünmemiş miydim bunu? düşünmüş olmalıyım ama sanırım olaylar ve kişiler değiştikçe yepyeni bi dünya gibi önüme seriliyor sorunlar çözümler vs. tüm o tantana. güven en çok ihtiyacım olan şey ve hatta tek şey. kendime en çok da. bu sarsıldı sanırım yani sarsılmıştı da epey düze çıktı sanıyordum. isteksizliğim hiçbişeye inancımın kalmamasından dolayı. yani elbet ceset gibi de değilim heyecanlanıyorum ama artık çok kısa sürüyor bu hal, aniden yorgunluğa teslim oluyor parmaklarım omzum zihnim. başımı ağrıtmayacak kadar düşünüyorum çarşambadan bu yana iştahım da iyi artık bi sakinlik çöktü üstüme. dinginlik değil sirkelenmiş de kendime gelmiş gibiyim biraz migren uyuşukluğu kaldı sadece beynimde geçer. yazmak istiyorum kağıda en sevdiğim kalemimle ama bu klavye bu ekran ruhumu esir aldı sanki olmuyor onsuz. bense her şeyden vazgeçmek istiyorum şimdi burda çantamı bile almadan gitmeliyim. bunu yapamıyorsam hapisim zaten. neyse

Şubat 11, 2012

öyle zor öyle zor öyle zor


bi sandalye çek ve otur...

sevgili günlük

çavdar tarlasında çocukları okuyorum bu ara kitap klübümüz vesilesiyle. ikinci kez okumak fena halde iç bunaltıcı olacak sanmıştım ama olmadı çok fena sarıyor benim de holden gibi sövüp sayasım var herşeye herkese sanırım ondan iyi geldi. gerçi ben yükseltin tavan kirişini ustaları tercih ederdim bana kalsa ama sanırım o öyküydü biz roman okuyoruz tabi. sallinger ın biyografisini okuyacam bir de tabi üşenmezsem. projelerim yığıldı bi yandan yarına yetişecek işimi yapıyorum gerçi kim pazara proje teslim sözü verir ki benden başka.
adım gibi biliyorum ki bu saldırgan halim bi suçlu arayışımdan kendime kızgınım derken bile bir suçlu arıyorum tüm yükü yükleyeceğim. mutsuz punk zamanım gelmiş

yokum

ölesiye yorgun hissediyorum ölsem geçer mi bilmiyorum. gece telefonu elime alacak kadar gücüm olsa upuzun iki cümlem şimdi bi yerlerde kayıtlı olacaktı belki onu yazacaktım şuan. çağrışımla falan yakalamak da istemiyorum. tam uyuşmamış beynim, biri kelimelerle harflerimle ilgiliydi hatırladım şimdi. belki sadece yazmam gerek unutmak için yazmak dönüp bakmamak geriye nasıl olmuş diye. kelimelerim muhatabına doğru yol almaya başladığında havada harflerine ayrılıyordu manasını yitiriyordu bikaç harfi eksik kalıyordu ben hep eksik konuşurum zaten. aslında konuşmaya ne gerek vardı kötüyüm diyorsam kötüyümdür. bırak anlat demeyi dur biraz yanımda  ya anlatırım ya geçer. anlamıyorsun demekle geçiştiriyorum bi yerlerde büyükçe bi hata yapıyormuşum hissim duruyor cebimde. arada çıkarıp bakıyorum sonra cebime koyuyorum tekrar. belki evet çok yoruyorum çok yorgunum ondandır. yorgunken tek derdimiz uyumak olmalıdır elbette! ama ben uyusam da gerçekten daha ağır bir rüyaya düşüyorum, etkisinden çıkamıyorum uzunca bi süre -ve siz sadık okuyucularım benim uykuyla rüyyala kabusla olan ilişkimi iyi biliyorsunuz neyse- . tekerleme gibi geliyor üstüme üstüme. geçen gecelerden birinde bir rüya gördüm kabusgillerden ve yine ve yine... bıktım rüya görmekten. kendimi ölesiye çaresiz hissettim anlatıp ta tekrar hatırlamak istemiyorum bu gece o rüyaya devam ettirmek istemiyorum. savaş çıkmıştı ve ben hiç birşey düşünemiyor ve yapamıyordum kendim için bile bu kadarın söyleyebilirim yeter bu kadarı size de kabus gördürmek istemiyorum doğrusu. sabaha karşı uyandım rüyaymış şükür dedim sonra tekrar uyudum ki saat sabahın körüydü neyse neyse tekrar aynı rüyanın içine düştüm. berbattı. uyandığımda kendimi otuzunda güçsüz sağlıksız hiçbir birikimi olmayan bir kadın olarak gördüm. ağzımda acı bir tat vardı hala bile var. mayhoş birşey yemişim de dudaklarım büzüşmüş gözüm hafiften kısılmış gibi - en çok da mayhoş bişiyler yemeyi severim ben- anlatmayacaktım güya. bu kadarı yeter ama cidden bu sefer.
dün akşamdan beri pek bişey yediğim yok, sanki iştahımı biri aldı götürdü bi yere sakladı. sigara içesim var gerçi denedim hiç keyif alamadım hiçbişeyin eski tadı yok sanırım başım ağrıyor başımı nasıl ağrıtıcağımı çok iyi biliyorum cidden

Şubat 06, 2012

otuz

       kendi adıma doğum günü kutlama faslını kapattım artık! bunalımda falan deilim tamam otuz yaşıma girdim ve teyze oldum bu ikincinin hele hele üzülmeyle hiç alakası yok. sürekli otuz oldum amanın üstüne birde teyze oldum deyip duruyorum. tekrar adedim arttıkça bana bile fenalık geldi yazayım da bu faslı kapatayım artık dedim . hayatımda yıllar içinde rutine binen ender şeylerden biri doğum günümü kutlayan dostlarımın sevdiklerimin sırası,  dakika dakika biliyorum kimin kutlayacağını bu güzel kısmı işin aslında. bir de telefon elinde uyuyanlar var tabi telaşa mahal yok öğlen doğmuşum. bu sene beni en çok mutlu eden oğlumun kutlamasıydı, video kayıtlarımızı ömür boyu saklarım sanırım. tek kelimeyle harikaydı usulca izledim-izliyorum- büyümesini ve bu seyir her an heyecanlandırıyor beni. elde var bir. son bir yılım şöyle bi bakıyorum da cidden tüm zorluklarına rağmen güzel renklerle dolu bir yıldı. ömrümde hiç olmadığım kadar mutlu günlerim oldu ve bunlar sayıca epey fazlaydı. otuz yılı değerlendirmeye alsam ilk üçe kesin girer ikibinonbir. hiç doğmuş olmamayı dilemek için artık olabildiğince geç o vakit iyi ki doğmuşum. great gatsby'de fitzgerald'ın otuz yaş değerlendirmesini doğum günümden iki gün önce okumuş olmam ayrı bi burukluk bıraktı içimde tabi. ne mi diyor ''otuzuna basma dediğin, on yıl sürecek bir yalnızlığın eşiğine basma, bekar arkadaşların azalması, heves heybesinin hafiflemesi, saçların seyrelmesi, başka ne'' bu fikirde bi hafta geçirdim yani geçen haftaydı bunlar şimdi geçti şimdi sakinledim. tabi hoş hediyelerim de oldu sağolsun arkadaşlarım. kendime de dört tane kitap hediye ettim daha ne olsun.


bu yıl için kendime bir ev diliyorum evet ilk defa bu kadar can'ı gönülden dillendireceğim bir dileğim var.
kendime ait bir odadan geçtim yetmiyor çünkü. oğlum ve kendim için birer oda- bir oturma odası mutfağı içinde bu kadar. gayet sade döşeyeceğim bir evim olsun istiyorum yeşil kadifeden bir koltuk. çalışma odamda kütüphanem bilgisayarım zarif bir tasarımı olan masam bir tane şu sallanan cinsinden bi koltuk. mümkünse ferah bi alana baksın . odalar üç oldu evet farkettim, uyku için elbet çalışma odasını seçecek değildim olsun varsın. dostlarımı sevdiklerimi ağırlamam için ortak tek odamın biraz büyükçe olması gerek sanırım, genişçe bir balkona açılmalı bu oda ve deniz görmeli en azından kokusunu duyacağım bir mesafede olmalı. ankaraya yarım günden daha az bi mesafede olsa ortaçgil küsmez bana sanırım zira pek bi özledim o soğuk memleketi dostlarımı vs.