Mayıs 31, 2011
an
bi an gelir ve herşey manasız gelir... manaya vardırmaya, biraya getirmeye çalıştığım kelimlerim vardı haftalardır üstünde sürekli düşündüğüm, bugün birden uçup gitti hepsi uzay boşluğuna... bomboşum şimdi
Mayıs 29, 2011
vize
http://www.youtube.com/watch?v=Nywy4Uy1i-Y
yaşam alanlarımızda bizleri rahat bırakın...
yaşam alanlarımızda bizleri rahat bırakın...
k.k
şuanda kaybedenler klübünü izlemek istiyorum tekrardan, bu mümkün elbet ama sinemada izlemek istiyorum ve arkamda anlamadığı her boka gülen iki dallama olmasın ve çiftler sinemaya film izlemeye gelsin istiyorum... çok mu şey istiyorum yani gecenin bi köründe...
Mayıs 27, 2011
ey uyku_2
Kova
Tüm burçlar içinde en çok rüya görenler Kova burcudur. Genellikle de bu rüyaları canlı bir şekilde hatırlarlar. Rüyaları birçok farklı sembol içerir ve çoğu zaman kendilerini sıradışı ve karmaşık durumlarda bulurlar. Uykuları huzurlu olsa da, uyurken sıklıkla konuşurlar.Mayıs 15, 2011
ey uyku
ne güzel bişeysin sen öyle...
karnaval kadar olmasa da rengarenk bir parkta oynayan milyonlarca çocuğa camdan bakan bir çocuk...
camdan odası bir çocuğun, içi alabildiğince rengarenk çeşit çeşit oyuncak olsa kaç yazar şimdi ona ...
üçüne varmamış bir çocuğa yapılacak en ağır hakaret, parkı tam ortalayan bir pencerede onu bırakmak... olmayı istediği yere on metre kadar yüksekten bakıyor ama ulaşamıyor...
heyecanlanıyor; o yaştaki bi çocuk kadar ışıl ışıl gözleri, olması gerektiği kadar, cama yapıştırdığı küçük parmakları sabırsız, heyecanla atlıyor parka kafa üstü düşüyor koltuktan... korkmayın mindere düşüyor korkmayalım her düşüşün altında bir minder bulundururum ben... hassas etlerinizi korumayı bilirim
karnaval kadar olmasa da rengarenk bir parkta oynayan milyonlarca çocuğa camdan bakan bir çocuk...
camdan odası bir çocuğun, içi alabildiğince rengarenk çeşit çeşit oyuncak olsa kaç yazar şimdi ona ...
üçüne varmamış bir çocuğa yapılacak en ağır hakaret, parkı tam ortalayan bir pencerede onu bırakmak... olmayı istediği yere on metre kadar yüksekten bakıyor ama ulaşamıyor...
heyecanlanıyor; o yaştaki bi çocuk kadar ışıl ışıl gözleri, olması gerektiği kadar, cama yapıştırdığı küçük parmakları sabırsız, heyecanla atlıyor parka kafa üstü düşüyor koltuktan... korkmayın mindere düşüyor korkmayalım her düşüşün altında bir minder bulundururum ben... hassas etlerinizi korumayı bilirim
Mayıs 14, 2011
duy
bazen budalalığımızı kavramak için bir sese ihtiyaç olur evet bu böyledir... biri yanından geçerken yüksek sesle bi sır verir kulaklarına, duyarsın yada duymazsın bu kadar basit. senin tercihin bile değildir algı açıktır alırsın, kapalıdır duymazsın geçer gidersin yada o söyler ve gider. neticede duymak kavramayı da sağlamaz bazen evet bazen böyledir. bende şöyledir; budalaca bi cesaret kasıp kavurur içimi bazen, sırf cesur olmak için de değildir. sebebini biliyorum evet o an orada olamadığım anları yakalamaya çalışma çabasıdır bendeki... sevdiğim bişey budalalık; kendimi koruduğum bi alandır, korumaya almışım budalalık maskesinde iremi
takın maskeleri şimdi ve sonra...
sarman kitap klübümüzün son kitabı kendisi... ilk altmış sayfayı zorla evet zorlamayla okudum, geri kalan 135 sayfayı bi çırpıda bir gecede yani dün gece okudum. beni ölesiye sarstı bu kitap, bunun neden olduğunu tam kestiremiyorum şimdi düşününce büyülenmiş gibiyim, sabah üçe kadar okudum maskesini kendine yukio diyen adamın ağzından... yazara tutuldum, debelenişine vuruldum sanırım. hastalıklı bir çocukluğa doğmuş bir erkeğin oluşumunu kendini tanımlayışını ve tamamlayaşını izledim kitabı okurken... biz 15 bayandan oluşan bir topluluğuz ve sanırım benim gibi diğerleri de eşcinsel bir erkeğin ağzından bu kadar çıplak bir anlatıma hayret etmişlerdir, sarsıcı olan da buydu... gece uyuduğum dört buçuk saatte de ara ara uyanıp ağzımın içinde debelenen dilimde yukionun sözleri vardı. Onun kelimeleri mi benim sayıklamalarım mıydı bilmiyorum aslında...
Mayıs 11, 2011
20+
bi türlü gelmek bilmeyen bahar yüzünden mi yani bu kadar tantana? yaklaşan bayansı hallerden mi bilemiyorum. bildiğim şu ki mayısın ortasına geldiğimiz halde hala kazakla gezmek, ısıtıcıların çalışması canımı sıkıyor, bi noktaya kadar yağmuru severim tamam ama güneş istiyorum-uz artık. yaşlandığımı bana bağıra bağıra anlatan romatizmal ağrılardan bahsetmiyorum bile...
YAĞMUR KAÇAĞI: ATTİLA İLHAN
elimden tut yoksa düşeceğim
yoksa bir bir yıldızlar düşecek
eğer şairsem beni tanırsan
yağmurdan korktuğumu bilirsen
gözlerim aklına gelirse
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni
geceleri bir çarpıntı duyarsan
telâş telâş yağmurdan kaçıyorum
sarayburnu'ndan geçiyorum
akşamsa eylül'se ıslanmışsam
beni görsen belki anlayamazsın
içlenir gizli gizli ağlarsın
eğer ben yalnızsam yanılmışsam
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni
Mayıs 08, 2011
çocuklari satin!
tarihin; dikkat edin yalnızca müzik tarihinin değil, düpedüz dünya tarihinin son iyi adamı kurt cobain öldüğünde hepimiz yalnız kaldık. hâlâ da yalnızız ve hiç kimsenin dolduramayacağı bir boşluk hissi var içimizde. öyle kalbimizdeki boşluk falan değil; kalpteki boşluk doldurulur, hem de tıka basa doldurulur istenirse!
kurt'un yarattığı boşluk tamamen yerkürenin katmanlarıyla ve atmosferin kimyasal yapısıyla ilgili. dünyanın diyalektiği işte; bazen bir kişi ölünce dünya boşalır, bin kişi aniden ölüverse dünya rahatlar, nefes alır!
kurt'un önemi ayrıntılarda gizli. bacaklarını bir tavuskuşunun kuyruğu genişliğinde açabilen courtney'le otel odasında yatarken, yerde ölü bir kuş bulduğunu biliyoruz. kuşun üç tüyünü yolarak birinin kendisini, diğerinin courtney'i, üçüncüsünün de doğacak çocuklarını simgelediğini söylemesi önemli. lüks bir otel odasında ölü bir kuş bulabilmek de ayrı bir beceri tabii. ayrıntı bu işte!
çaresizce sevinelim mi şimdi? che baskılı tişörtleriyle medya plazalarda boy gösterenler, şimdi de kurt'un sekiz yüz sayfa tutan günlüğüyle oyalanıp "ay çatlak bu adam; baksana ne yazmış!" diye birbirine okuyarak kıkırdayacaklar.
oysa kurt "don't read my diary when i'm gone" demiş. "if you read, you'll judge" demiş bir de. az sorumluluk değil bu. yeryüzünde kaç kişi var bu yükü omuzlarında taşıyabilecek; göreceğiz!
courtney'in el yazması günlüğü yüksek bir fiyata müzayedede sattığını biliyorduk. şimdi çözülmesi gereken denklem şu; acayip paralar karşılığında bu günlük satılmalı mı, yoksa kurt'un dediği gibi; yiyecek için çocukları mı satmalıyız!
tam da bu noktada "sell the kids for food..." diye bağırmak geliyor içimden. canınız cehenneme!
kurt'un yarattığı boşluk tamamen yerkürenin katmanlarıyla ve atmosferin kimyasal yapısıyla ilgili. dünyanın diyalektiği işte; bazen bir kişi ölünce dünya boşalır, bin kişi aniden ölüverse dünya rahatlar, nefes alır!
kurt'un önemi ayrıntılarda gizli. bacaklarını bir tavuskuşunun kuyruğu genişliğinde açabilen courtney'le otel odasında yatarken, yerde ölü bir kuş bulduğunu biliyoruz. kuşun üç tüyünü yolarak birinin kendisini, diğerinin courtney'i, üçüncüsünün de doğacak çocuklarını simgelediğini söylemesi önemli. lüks bir otel odasında ölü bir kuş bulabilmek de ayrı bir beceri tabii. ayrıntı bu işte!
çaresizce sevinelim mi şimdi? che baskılı tişörtleriyle medya plazalarda boy gösterenler, şimdi de kurt'un sekiz yüz sayfa tutan günlüğüyle oyalanıp "ay çatlak bu adam; baksana ne yazmış!" diye birbirine okuyarak kıkırdayacaklar.
oysa kurt "don't read my diary when i'm gone" demiş. "if you read, you'll judge" demiş bir de. az sorumluluk değil bu. yeryüzünde kaç kişi var bu yükü omuzlarında taşıyabilecek; göreceğiz!
courtney'in el yazması günlüğü yüksek bir fiyata müzayedede sattığını biliyorduk. şimdi çözülmesi gereken denklem şu; acayip paralar karşılığında bu günlük satılmalı mı, yoksa kurt'un dediği gibi; yiyecek için çocukları mı satmalıyız!
tam da bu noktada "sell the kids for food..." diye bağırmak geliyor içimden. canınız cehenneme!
Mayıs 05, 2011
Mayıs 04, 2011
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)